top of page

30.11.2017  tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki köşe yazısından alınmıştır. 


Devrimci ruh...

Hikmet Çetinkaya
 
Ürperen bir çiçek, bir gözyaşı, umut ve umutsuzluk... 
Mavi suların dalgaları gibi. 
Çocuklarımızın, gençlerimizin, kadınlarımızın gözlerinde yaşama sevinci var mı?
Bütçesi milyarları aşan Diyanet, internet sitesinde kocanın tek kelimeyle “Boş ol” demesiyle, eşini boşayabileceğini açıklıyor. 
Peki, ya Cumhuriyetle birlikte kadınlarımızın kazandığı haklar... 
Medeni hukuk, kadın hakları...
***
Okulsuz köyler, gözden ırak yerlerde açılan kaçak Kuran kursları... 
Kör terör, devlet içinde örgütlü çeteler, laiklik karşıtı eylemler. 
Yağan yağmuru seyrederken mevsimler yanıyor yüreğimde. 12 Mart’ları, 12Eylül’leri... Gözaltıları, işkenceleri, hapislik yıllarımı anımsıyorum. 
12 Eylül’den bir gün sonra terörün bir bıçakla kesilmiş gibi bitmesini... 
Bazı arkadaşlarımızın şu sözlerini: 
“Askeri darbe yeşil bayrakla yürüyen dinciler için yapıldı, solculara dokunmayacaklar!” 
1981 yazında başlayan operasyonları... Gece yarısı evlere yapılan baskınları... 
Ne 12 Mart’ın ne de 12 Eylül’ün hesabını sorabilen bir kuşak! 
Siyasal erk! 
Bir türlü değiştirilmeyen Seçim ve Partiler Yasası! 
Benim zaman zaman yükselen çığlığım, haykırışım tüm askeri darbelerin dincileri, tarikat şeyhlerini değil, bu ülkenin solcularını, sosyalistlerini, devrimcilerini, yurtseverlerini, aydınlarını, gerçek Atatürkçülerini ezdiği içindir. 
Türkiye’de askeri darbeler, Atatürkçülük ve Cumhuriyet’i kollamak adına yapılır ve ezilenler solcular, devrimciler, yurtseverler olur! 
Bu gerçekleri göz ardı edemem ben! 
Yaşadıklarım bana bunu öğretti! 
Acıları, hüzünleri yüreğimde duyumsadım... O güçsüz ve ışıksız günleri yaşadım...
***
1918’de yapılan o büyük dönüşümü anlatan kitapları okuyorum son günlerde... 
Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla başlayan bağımsızlık yolunun açıldığı günleri yeniden okuyorum. 
1918’den 1940’a uzanan süreç... 
Aydınlanma Devrimi’nin adı, “Türk Devrimi”dir ve sivil-asker her kesimin bundan ders çıkarması gerekir. 
Emperyalist bir saldırıya karşı başarı kazanmak o denli kolay olmamıştır. 
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları kanlarıyla, canlarıyla kurmuşlardır Cumhuriyeti! 
Kuvayi Milliye Hareketi’nin devrimci ruhunu özümsemeden, Atatürkçü de olunmaz, liberal de, solcu da, devrimci de. 
Mustafa Kemal ve arkadaşları bu ruhla 15 yıl içinde sosyal ve ekonomik devrimi gerçekleştirdiler. 
Server Tanilli’nin “Din ve Politika” kitabını (Cumhuriyet Kitap) tekrar tekrar okuyorum...
Cumhuriyet ya da Türk Devrimi, “laik okul” temellerini atmış, alfabeyi değiştirmişti 1920’lerde. 30’lu yıllarda Halk Okulları kuruldu. 1932’de Halkevleri yaşama geçirilip, yurttaş eğitiminde büyük bir sayfa açıldı. 
Halkevleri Genel Başkanı Nafi Atuf Kansu’nun deyişiyle buradaki amaç, Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda halkı aydınlatmak, ulusal kültürü geliştirmek, bilimsel çalışmalar; köylü-aydın, kır-kent ayrımını azaltmaktı. 
Tiyatrodan müziğe, tarihten bilime değin her alanda bilgili insan yetiştirmekti amaç... 
“Türk Devrimi”nin Rus ve Fransız Devrimi’yle farkı vardı...
Türk Devrimi bir sanayi devrimi değildi. Çünkü Türkiye’de bir burjuva ve işçi sınıfı yoktu. O nedenle Türkiye’nin dört bir yanında halk kitaplıkları açıldı... 1940’ta Hasan Âli Yücel’in bakanlığı döneminde Köy Enstitüleri açıldı. 
Ege’den Karadeniz’e; Trakya’dan Güneydoğu’ya ve Doğu’ya dek Köy Enstitülerinde kırsal kesimin çocukları okudu.
***
Devrimci olmak emperyalizme ve sömürüye karşı durmak, dinci yapılanmalara karşı demokratik mücadele vermektir. 
Eğer barışı ve demokrasiyi sağlamak istiyorsak tüm askeri darbelere, çetelere boyun eğmemek, hazırlanan plan ve projeleri ortaya çıkarmak birincil görevimiz olmalıdır. İster beğenin ister beğenmeyin, ben emperyalizme karşı olan, emeğin örgütlü gücüne inanan, tam bağımsızlıktan yana bir yurtseverim, demokrasiyi de bir yaşam biçimi olarak görüyorum...

 

daver-darende-telgrafhane-2017.jpg

19.11.2017  tarihli Telgrafhane-Kültür-Sanat Gazetesinde Sn.Daver Darende'nin yazısından alınmıştır. 

EĞİTİMCİ RUHUNU KUVAYI MİLLİYE İLE BİRLEŞTİREN BİR DEVRİMCİ,

NAFİ ATUF KANSU
Daver Darende
Nafi Atuf Kansu eğitimci ruhunu Kuvayı Milliye ruhuyla birleştiren bir bilge, bir devrimcidir. Türk eğitim devriminin yapılanmasına

büyük emek veren Nafi Atuf Kansu aklın ve bilimin yolunda yürümüş önemli düşünürlerimizdendir. Dinsel eğitimin toplumu şekillendirdiği ortamda akılcı bir eğitimin önemine ağırlık vermesi onun verimini doruğa çıkarmıştır.

Nafi Atuf Kansu’nun içe kapalı, sakin kişiliği düşünce üretmeye ve insan yetiştirmeye daha yatkındı. O, her şeyden önce büyük bir eğitim düşünürü idi.
İlk dergisini 21, ilk kitabını 24 yaşında çıkaran, öğrencileri, çalışma arkadaşları üzerinde hep düşünceleriyle etkili olan Nafi Atuf Kansu eğitimde özgür düşünen bireyler yetişmesinde önemli bir görev üstlenmişti.
Nafi Atuf Kansu, ülkemizde ilk kez dünya eğitim düşünürleri tarihini yazan kişidir. 1918 yılında “Fenn-i Terbiye Tarihi” adıyla yazılıp 1929-1952 yılları arasında “Pedagoji Tarihi” adıyla birçok kez basılan bu kitabı bu alanda basılan ilk yapıttır.
Nafi Atuf Kansu okumaktan, düşünmekten zevk alan, sezgi gücü yüksek, üstün nitelikli bir kişilikti. Uzağı görmekte ustalaşmış, dost kazanmayı ülkü edinmiş bir bilge idi.
Kansu, eğitimde kuramsız bir uygulamanın işe yaramayacağını çok iyi bilen bir eğitimciydi. Bunun için ilk yaptığı iş tarihe sarılmak, tarihsel süreç içinde eğitim düşüncesinin evrimini incelemek oldu. Rus yazar Tolstoy’un eğitimci kişiliğini onun “Tolstoy; İptidai Muallimi” (1919) kitabından öğreniyoruz.
Ankara onun için devrimin kalesidir. En kalıcı ürünlerini başkent Ankara’da verir.
Milli Mücadele Hükümeti’nin yayın organı “Hakimiyet-i Milliye” gazetesinin yazı işleri yöneticiliği, öğretmenlik ve lise müdürlüğü görevlerinde önemli sorumluluklar üstlendi.
1925 yılı sonlarında Mustafa Necati’nin ulu önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilmesiyle Nafi Atuf Kansu’nun Türk eğitimine olan katkıları doruk noktasına ulaşır. O, artık Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin sağ koludur.

Dönemin koşulları, devrimin öncülerinin çağrısı ile Nafi Atuf Kansu politikaya girmek zorunda kaldı. Ancak politik yaşamında Kansu düşün adamı özelliğini, devrimci kişiliğini hiçbir zaman yitirmedi. O yıllarda Ankara’da Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin ve Devlet Konservatuarı’nın kurulmasında Nafi Atuf Kansu’nun önemli katkıları olduğunu biliyoruz.

Genç sayılacak bir yaşta, 59 yaşında yaşama veda eden Nafi Atu Kansu’yu yakın dostları bu düzenli bu değerli bilgeyi yalnız bırakmadı:
İ.Hakkı Tonguç bir yazısında şunları yazmıştı:
“O, yalnızlığı seven hatta ondan zevk alan bir insandı. Yaşamın birçok zorluklarını hafifletme ya da yalnızlıktan faydalanma yolunu tutardı. Bu en belirli özelliği onu birçok kimselerden ayırır, anlaşılası güç bir eğitken haline sokardı. Onun için Nafi Atuf Kansu’yu yakından tanımış, ruhunu derinliklerine inmek fırsatlarını bulmuş olanların türlü imkanlardan faydalanarak onun hayatını yazmaları, meslektaşlara tanıtmaları bir borçtur sanıyorum.”
Suud Kemal Yetkin:
“O’nun bilinen tarafı yazarlığıdır. Güzel, akıcı bir dili vardır. Ülkü dergisinde çıkan yazılarını okuyup da bunu fark etmemeye imkân yoktur.”
Hasan Âli Yücel:
“Ondaki devrimci ve ileri milliyetçi anlayışını daima muhabbet ve hürmetle anacağım.”
M. Ş. Esendal:
“Gönlümde ondan kalmış ne derin izler var. Nafi’yi yakından tanımış olanlar benim bu ağıtımı anlayacaklardır. Gönülde her şey eskiyor, soluyor, siliniyor da eyi yaratılmış insanlardan kalan izler silinmiyor.”
Engin Tonguç:
“Kafası batılı, yüreği Türk, inancı Kemalist, çabası devrimci bir eğitimci idi. O! Çalışmalarında, davranışlarında halkı sevgisinin, insan dostluğunun, aydın dürüstlüğünün sıcaklığı, parıltıları vardı. Nafi Atuf Kansu, Kuvayı Milliye kurulurken Anadolu’ya kaçanlardan değil, Anadolu’nun gücüne erenlerden, devrimci Cumhuriyet Ankara’sı kavramına baş koyanlardan, yeni Türkiye’yi somutlaştıranlardandı.”

Devrimin kalesi Ankara’da gaz lambası ışığında yılmadan geceleri çalışan büyük eğitim devrimcisi Nafi Atuf Kansu’yu artan bir özlem ve saygıyla anıyorum.

kastamonu-gazetesi_orig.jpg
nail-tan-kastamonu-19-05-2017_orig.jpg

Prof.Dr. Mustafa Ergün’ün ; “II.Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketleri (1908-1914)”
Ocak Yayınları, Ankara 1996 adlı kitabından alınmıştır. Yazının tamamı anılan kitaptadır.

NAFİ ATUF (KANSU)

Prof.Dr. Mustafa ERGÜN


Hayatı: Askerî doktorlardan miralay Abdülaziz Efendi'nin oğludur. 1890 yılında, babasının görevli bulunduğu Mekke'de doğdu.
    İdadiyi Edirne'de okuduktan sonra, Mekteb-i Mülkiye'ye girdi ve “aliyülulâ” derece ile mezun oldu. 1910'da Edirne İttihat ve Terakki Mektebi Müdürlüğüne atandı. Edirne'nin işgal edildiği dönemde Bigadiç Rüşdiyesinde çalıştı. Edirne geri alınınca, 19I4'de Edirne Dârülmuallimini Müdürü oldu.
  Sonra Kurtuluş Savaşına kadar Bursa ve İstanbul Dârülmualliminleriyle, Dârüşşafaka, Yüksek Ticaret Mektebi'nde, Darüleytam'da öğretmenlik yaptı. Dârülfünun Terbiye Müzesi Müdür yardımcısı oldu.
    1921'de Ankara'ya gelerek Matbuat Umum Müdürlüğü baş mütercimliğinde, Hakimiyet-i Milliye gazetesi yazı işleri müdürlüğünde bulundu. Ankara ve Kayseri Liseleri Müdürlüğünü yaptı. 1922'de Ortaöğretim Genel Müdürü oldu. 1924'de Maarif Vekâleti Müsteşarlığı görevine başladı. 1927'den sonra siyasete geçti. CHP Genel Sekreterliği ve milletvekilliği yaptı. 1949'da öldü.

Eserleri: Pedagoji Tarihi; Türkiye Maarif Tarihi Hakkında Bir Deneme, İstanbul, 1931,1932. Ayrıca Edirne'de iken çıkardığı Say ü Tetebbu dergisiyle Terbiye, Muallim, Yeni Fikir, Resimli İstanbul gibi süreli yayınlarda makaleler yayınladı.
E. Demolins'den çevirdiği Yeni Mektepte adlı eseri de 1328'de Edirne'de bastırdı.

Genel Görüşleri: Bugün bizim için en önemli sorun “Şarklılık-Garplılık” sorunudur. Hayat kavgası sorunudur. Batı, bu kavgada Doğuyu yenmiştir, güçlüdür, Doğu ise yenik ve zayıftır. Ülkemizde Doğu-Batı çatışması var. Biz batı uygarlığını bütün ayrıntılarıyla kabul edemeyiz. Doğu ile Batıyı ayıran en önemli fark, tabiatı kullanma farkıdır. Doğu hiç kullanmaz, Batı kullanır. Doğu miskindir, Batı çalışkandır.
    Önemli olan, insan iradesidir. “Başkalarının yemi olmamak için, hiç olmazsa başkası kadar büyük ağıza sahip olmalıdır”(9).
   Toplumun çekirdeği, ailedir. Yapılacak bütün iyileştirme çalışmalarının temeli, aile olmalıdır. Ancak aile bakımından da Doğu ile Batı arasında büyük bir ayrılık vardır. Aile hayatında erkek ve kadının yeri, kadınların eğitimi, evlenme v.s. durumlardan dolayı bizde aile çürüktür.
    Toplumumuz, çocuklarla pek ilgilenmiyor. Çocukların başkasına hizmet etmek için yetiştirilmeleri yanlış bir eğitim biçimidir. Çocuklarımıza çağın gereklerine uygun, girişkenliklerini (şahsî teşebbüsü) geliştirici bir eğitim vermeliyiz. Uyguladığımız kötü eğitim, çocukları ailelerin bir ıstırap kaynağı haline getirmektedir(1).
    Büyük devletler, çocuklara verilen etkili eğitim sonucunda meydana gelmişlerdir. “Çocuklar nasıl yetiştirilirse, âti de öyle olur”. “Çocuk, âtinin banisidir”. Fransızların geri kalmalarının nedeni, çocukların eğitimlerine önem vermediklerinden dolayıdır. Ruslar, Bulgarlar geleceklerini eğitime bağlamış durumdadırlar.
    Hayat bir kavgadır. Öyle bir eğitim vermeliyiz ki hayatın ıstırapları sevinçleri onları çok bozmasın. Azim sahibi, düzen seven adamlar yetiştirmelidir. Bugünkü kuşak yaralıdır. Geçmişin hamallığını yapmakladırlar. En büyük gücümüzü küçük çocukların eğitimine ayırmalıyız. Ancak bugünkü kuşağı da ihmal etmemeli, iyileştirmeliyiz. Çocuklara verilecek eğitimde manevî yöne en büyük ağırlığı vermelidir (2).

Eğitim Görüşleri: Nafi Atuf’un eğitim görüşleri esasta kişisel girişkenliğe dayanmasına rağmen, genellikle çocukların eğitimleri üzerinde durmuştur. Ona göre eğitim tarihimizdeki “çocuk” düşüncesi pek değişmemiştir. Bu husustaki geleneksel düşünce, çocuğu yetişkin adamı küçük bir örneği sayar. Çocuğu, yetişkinin işlerine göre yetiştirmek gerekir Bunun için de oğlanlar babalarının, kızlar analarının yanında yetişmeye terk edilmişlerdir. Yetişkin adam ideal tip olduğu için çocuk şahsiyetine önem verilmiyordu, İslâm düşünürleri de çocuğu bir balmumuna benzetmiş ve ona istenilen şeklin verilebileceğini söylemişlerdir...........................................................
   
(1) Nafi Atuf, “Bizde aile...”. Terbiye Mecmuası. 1/4 (1330), S. 147-151.
(2) Nafi Atuf, “Çocuklarımız için”,Say ü Tetebbu,2(1327) S.13-15.
(3) Nafi Atuf, “İngiliz mekteplerinde ahlâk tedrisatı ve nizam”. Say ü Tetebbu, 22
(1327), S.11-15.
(4) Nafi Atuf, “İptidai mekteplerinden gaye nedir?”, Say ü Tetebbu, 5(1327), S. 11-13.
(5) Nafi Atuf, “Tedris âleminde”, Say ü Tetebbu, 16(1327) S.15-16.
(6) Nafi Atuf, “Tehlike önünde”, Say û Tetebbu, 12(1327), S.10-13.
(7) Nafi Atuf, “Tembelliğe karşı”. Say ü Tetebbu, 23(1327), S.12-13.
(8) Nafi Atuf, “Terbiye anlayışında ilerleyiş”, Ülkü Gazetesi,1/2(1933), S.126-127.
(9) Nafi Atuf, “Şarklılık-Garplılık”, Say ü Tetebbu. 32(1328), S.1-4.

Yazının devamı Prof.Dr. Mustafa Ergün’ün ; “II.Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketkeri (1908-1914)”
Ocak Yayınları, Ankara 1996 adlı kitabındadır.

20.05.2010 tarihli Balıkesir Politika Gazetesinde Sn.Daver Darende'nin yazısından alınmıştır. Yazının tamamı anılan gazetedir.

Link: http://www.balikesirpolitika.com/atip12yaza.asp?id=4954&kod=&res=


NAFİ ATUF KANSU’YA SAYGI

 

Daver Darende    

       
            Nafi Atuf Kansu, Kemalist devrimi en iyi özümseyen, bilgisizliğe, bağnazlığa ve karanlığa baş kaldıran gerçek bir aydındı. 1910 yılında Mülkiye’yi bitirdi. Bir eğitimci olarak devletin çeşitli kademelerinde önemli sorumluluklar üstlenen Kansu, 1923 yılında Maarif  Vekaleti Orta Tedrisat Umum Müdürü, 1924 yılı Kasım ayında ise aynı bakanlıkta müsteşar olarak görev yaptı. 
Cumhuriyetin ilanından çok önce, 1911 yılında Say ve Tetebbu dergilerinde “Zayıflığımızın Nedenleri” başlıklı yazısıyla devrimcilik yolunda yürüyen gerçek bir aydının ilerici görüşlerini yansıttı.
            Tetebbu dergisinin 14 Nisan 1911 tarihli 4. sayısında yer alan görüşleri şöyle idi:
“Bilgisizlik, bağnazlık, bu iki korkunç karanlık gücün etkisiyle itilen halkın bir zalim, hilesiyle ve zor ile pek kolay hain elleri içine alabilir, çünkü bilgisizliği aldatmak pek kolaydır. Bilgisizlik ve bağnazlık yoluyla Osmanlı vatanının ötesine berisine sokulan derebeylik hayatı 2. Mahmut çağında umduklarını ve bütün sonuçlarını ortaya koydu. Derebeyinin isteği ile değişebilen yasaların memleket içinde yürürlükte olması vatanın kemirici çıbanlarla dolmaya başlaması demektir.”
Nafi Atuf Kansu’nun yüzyıl önce kaleme aldığı çarpıcı sözler onun devrimci, aydınlanmacı kişiliğini yansıtırken günümüze de ışık tutuyor. Cumhuriyet devrimine büyük katkıda bulunan Kansu’nun bu sözlerinden ders almamız gerekmiyor mu?
            Nafi Atuf Kansu Birinci Dünya Savaşı seferberliği ile birlikte Harp Okulu’na gider. Bir kısım öğretmenler terhis edilince Maarif Nezareti tarafından 7 Ekim 1914’te Bursa Darülmuallimi Müdürlüğü’ne atanır. Nafi Atuf Kansu aydınlanmacı kişiliği ile okula yeni bir ruh getirir, okuldaki öğrencilere izcilik ve sporu da aşılar. 1915 yaz aylarında öğrencileriyle birlikte Uludağ’a çıkar. Ülkemizde izciliğin kurucuları arasında sayılan Nafi Atuf’un gerçekleştirdiği bu ilk Uludağ kampı, Türkiye’deki dağcılık tarihi açısından da önemli bir gelişmedir.

........................................................................................
                                                                                                                      
                                                                                                                                                               20.05.2010 
Yazının devamı Sn.Daver Darende'nin 20.05.2010 tarihli ve Balıkesir Politika Gazetesindeki yazısındadır..

bottom of page