ARDINDAN HAKKINDA YAZILANLAR; "Ülkü Dergisi-Şubat 1950, Sayı 38'den alınmıştır"
NAFİ ATUF KANSU
Hasan Ali YÜCEL
O'nu, İstanbul Darülfünun'unda, Terbiye Müzesine memur olduğu zaman tanıdım. Terbiyeci İsmail Hakkı Hoca, bu müzede bana iş ve vazife vermişti; çalışıyordum. Henüz talebe idim. Ateşli, atılgan bir gençtim. O, tatlı ve sakin mizaciyle, tam ters yaradılışta olduğumuz halde, beni kendine yaklaştırdı. Dersler ve gazete işlerinden boşalan zamanlarımda onunla konuşurdum. Klasik konular dışında, benim o zaman hiç de haberdar olmadığım memleket meselelerinden açar, uzun uzun anlatırdı. Bu ayağı asker postallı, giyinişi mühmel müze memuru, anlamıştım ki tam bir mütefekkirdi. Söyleyişi ne kadar ihtiyatlı ise, düşünüşü o derece cüretliydi. Gezdiği, gördüğü yerleri gerçek görüşlü bir ilim adamı açıklığı ile, fakat orada yaşayan vatandaşların halini duygulu bir şair içliliği ile anlatırdı.
Birgün “ben artık burada duramam” demişti. Sonra öğrendim ki Anadolu'ya geçmiş. Başlangıcı böyle olan bu tanışmamız, otuz yıl sürüp gitti. Maarifteki idari işlerin bunaltıcı çalışmaları içinde O'nu tekrar gördüm. Şikâyet alışkanlığı olmadığı halde bu sıhhat ve vakit öldüren buhranlı gayretlerinin, kendisine okumak ve yazmak imkanını vermemesi , O'nu üzüyordu. Çünkü O, birinci sınıf bir entelektüeldi. Fikir gıdalarından mahrum yaşıyamazdı. Daha sonra Milletvekili oldu, politikaya girdi. CHP Merkez Kurul’unda yine birbirimize rastladık. O kadar ki, toplantı günleri yanyana otururduk. Bu defa da politika, O'nu, sırf fikir adamı olarak yaşamadan çekiyordu.
Nafi Atuf, kalabalık sevmezdi. Utangaçtı. Aramızda güzel, nükteli, neşeli ve manalı konuştuğu halde topluluk önüne çıkıp rahat söz söyleyemezdi. Ankara Halkevi Başkanlığında, O'nu, salonun sahnesinden çok odasında dinlerdik. Kuvvetli bir üniversite adamı olabilirdi. Sosyal mevzular, mektep arkadaşları anlatırlar, daha mülkiye sıralarında iken O'nu şiddetle çekermiş. Fakat kader, Nafi Atuf'u bu yüksek istidat ve bu harereti arzusunun dışında yaşattı, ölümü ile milletine ve dostlarına bıraktığı miras ; fasılasız bir çalışma, temiz bir hayat, fikirlerini kısmen nakleden yazı ve kitaplardır.
Ondaki inkılapçı ve ileri milliyet anlayışını daima muhabbet ve hürmetle anacağım.
NAFİ ATUF
Öğretmen, Terbiyeci, İdareci
Faik Reşit UNAT
Nafi'i Atuf Kansu, öğretmen, terbiyeci ve idareci olarak daima başarılı ve verimli geçmiş meslek hayatiyle maarif tarihimizîn hatırasına ve işlerine büyük yer ayıracağı, son yılların önemli maarif adamlarından biridir. Ne yazık, kendisine, çok sevdiği mesleği için daha verimli hizmetlerde bulunmak şansını saklıyan siyasi hayatında. omuzlarını çökerten ağır vazifelerin yükü altında yıpranarak pek erken aramızdan ayrıldı.
Hayatımın bir devresinde talebesi oldum, öğretmenlik ettiğim bir okulda bir müddet müdürümdü. Birkaç yıl da Bakanlıkta yakın maiyeti arasında vazife aldım ve beraber çalıştım. Bu itibarla "Ülkü"nün, ona ayırdığı özel sayının bana verilen sayfalarında, Nafi Atuf Kansu'nun meslek hayatı hakkındaki hatıra ve bilgilerimi, onun Millî Eğitim Bakanlığındaki resmi tercüme-i hal dosyasındaki kayıtlara ve belgelere de dayanarak, bir araya toplamağa çalışacağım. Bununla Nafi Atuf Kansu'nun Türk maarif hayatındaki yerini ve meslekî hizmetlerini belirten nâçiz bir hizmette bulunarak ileride onun biyografisini yazacaklar için bir kanava çizebildiysem aziz hocama olan manevi borçlarımdan birazını ödemiş olmanın tesellisini duyacağım.
İlk öğrenimini Edirne'nin Taşlık ilkokulunda, orta ve lise tahsilini Edirne Mülki idadisinde tamamlıyan Nafi Atuf, yüksek öğrenim için İstanbul'a gitmiş ve giriş müsabakasını kazanarak Mülkiye'ye yazılmıştı. 1910 da Mülkiye tahsilini bitirdiği zaman, o yıllarda bir kısım Mülkiyelilerin memleket hizmetinde görev aldıkları maarif sahasını emellerinin gerçekleşmesi için daha elverişli görmüş; çocukluğunu ve gençliğini yaşadığı muhite dönmüştü.
13 Eylül 1910 da Edirne İttihat ve Terakki Parti teşkilatının kurduğu "Nimet-i Hürriyet" okulunun müdürü olarak işe başladı. Bir ay sonra idareciler bu genç Mülkiyeliye bir taraftan da devlet hizmetlerine hazırlanması için vilâyet maiyet memurluğu vermişler, üzerindeki okul müdürlüğünü vekâletle idare olunur ikinci bir görev halinde bırakmışlardı. Birkaç ay sonra okulun idaresinden ayrıldı ise de Türkçe ve Medeni Bilgiler öğretmenliğine Edirne'nin muhasara günlerine kadar devam etti. Ayrıca Edirne Ermeni Okulunun Türkçe öğretmenliğini yapıyor, bir yandan da on beş günde bir çıkarmağa başladığı "Sa'y ve Tetebbu" mecmuasiyle memleket fikir ve edebiyat alemine Edirne'nin sesini ulaştırmaya çalışıyordu. Pedagojinin ve sosyal hayat düzeninin ilgilendiği konular üzerinde çalıştığını buradaki yazılarından ve İkdam'da çıkan Edirne Mektupları’ndan öğreniyoruz. Nafi Atuf'ıın bir ara da İsviçre'ye kadar uzandığını, orada ileri maarif ve terbiye müesseselerini yakından görerek ve tanıyarak kendisini meslek hayatı için daha verimli olmağa hazırladığını görüyoruz.
Balkan hezimetlerinin memleketin maddi ve manevi hayatında yaptığı büyük sarsıntılar Nafi Atuf'a, artık tamamen öğretim ve eğitim sahasında hizmet kararını verdirmiştir. Edirne muhasarasından kurtulur kurtulmaz, Biga'ya yakın akrabalarının yanına dinlenmek için gittiği vakit bile oradaki Numune Okulunda öğretmen olarak çalışmaktan kendini alamıyor. Kurtulan Edirne, harbin yıktığı veya dağıttığı müesseselerini yeni baştan kurarken açılan Darülmualliminin başına bu genç ve idealist hemşehrisini çağırıyor. Nafi Atuf böylece daha yirmi üç yaşında iken bir öğretmen yetiştirme müessesesinin başına geçerek Türkiye Maarif hayatı için beslediği ideallerin gerçekleşmesine yardım edecek genç öğretmen adaylarını istediği gibi hazırlamak imkânına kavuşuyor.
Okulun en genç öğrencilerinden belki daha genç olan bu müdür ve öğretmenin adı, Balkan felaketinin yarattığı intibah havası içinde benliğini bulmaya çalışan milli maarifimiz için gayret sarfedenler arasında yer yer beliren değerlerden biri oluyor.
Balkan Harbinden sonra Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye'nin başına geçenler, Darüşşafaka’ya yeni bir hayat ve terbiye anlayışı sokmak istemişler. Satı Beyi müdür yapmışlardı. Yeni müdürün kendisine seçtiği iki yardımcıdan biri rahmetli Nüzhet Sabit, ikincisi de rahmetli Nafi Atuf olmuştur. 8 Şubat 1913 te müdür yardımcısı, tarih ve hukuk bilgileri öğretmeni olarak vazifeye başladığı bu şefkat ve öğretim kurumumla ders yılı sonuna kadar çalışabildi. Bu üç terbiyecinin darüşşafakada kısa günde ne yaptıklarını, müessede yerleşen yeni terbiye havasını hazmedemeyen Cemiyet-i Tedriyesi’nin Satı Beyi vazifeden ayrılmağa mecbur etttiği gün, yüzlerce gence okullarını terk ettiren ruhun tecellisinde açık olarak görmek mümkündür sanırım.
Birinci Cihan Harbi seferberliği bütün memleket gençleriyle birlikte Nafi Atuf’u da Harp Okuluna götürmüştü. Bir müddet sonra hükümet bir kısım öğretmenleri terhis edince Maarif Nezareti, onu Bursa Darülmuallimini Müdürlüğüne tayin etti (7 Ekim 1914). Bir sonbahar günü akşamı Bursa'ya varan ve eşyasını otele bırakan yeni müdür, şehirden okula dönen ve hemen yarısını medreseden gelmiş sarıklı gençler teşkil eden Darülmuallimin talebeleri arasına kendine has tevazu ile karışmış ve onlarla birlikte okula girmiş, kapıcı bir yeni öğrenci sandığı yirmi dört yaşındaki bu çelimsiz delikanlının kim olduğunu araştırmağa bile lüzum görmemişti. Okulun ön bahçesinde gezinenler bu yeni arkadaşa hoşgeldin diyorlar, ilk akşamın yalnızlığından ve yabancılığından onu kurtarmak için etrafinı sararak onunla konuşmağa ve tanışmağa çalışıyorlardı. O, hüviyetini belirtmeden yeni talebelerinden okul hakkında birçok bilgi edinmiş, hemen onların sempatilerini kazanmıştı. Ertesi günü bu gencin, okullarının yeni müdürü olduğunu adiyle saniyle öğrenince pek çok sevindiler ve ona daha candan bağlandılar. Bursa Darülmualliminine Nafi Atuf'la birlikte yeni bir ruh da girmişti. Müesseseye genç öğretmen yetiştirmenin sırrına mazhar öğretmenler bulmuş. Maarif Nezareti de istediklerini ondan esirgememişti. Bursa Darülmuallimininin küçük talebe kadrosiyle bu yeni öğretmenler çabucak kaynaştılar.
Leyli okullarımızın gelenekleri birer birer kırılmağa başladı. Çoğu hocalardan daha yaşlı olan öğretmen adaylariyle öğretmenleri arasında samimi ve ölçülü bir arkadaşlık kuruldu. Bir sofrada yemek yiyorlar, beraber geziyorlar, birlikte çalışarak bilgilerini genişletiyorlardı. Okulun küçük kütüphanesi günden güne zenginleşiyor, yeni kurulan özel dersane ve laboratuvarları ileri öğretim metodlarını uygulandığı canlı bir faaliyet merkezi olmağa başlıyordu. Kendi kendine talebe idaresinin memleketimizde ilk görüldüğü okullardan birisi de Bursa Darülmuallimini olmuştur.
Her öğrencinin kendi yatağım bizzat havalandırıp düzeltmesi gibi bugün gayet tabii ve basit görünen hizmetlerden başlıyarak öğrencileri, içinde yaşadıkları büyük evin misafiri olmaktan çıkarıp sahibi haline sokan ruh, kısa zamanda yemişlerini vermeğe başlamıştı, izcilik ve spor okulun hayatında büyük ölçüde yerini almıştı. Nâfi Atuf darülmuallimin izcilerinin başında, ince bastonuna dayanarak, dağ, tepe, köy dolaşıyor. Bursa çevresinin bütün tarih ve tabiat zenginlikleri içinde bu yeni eğitim vasıtasından faydalanarak genç öğretmen adaylarının bilgi ve karakterlerini yükseltmeğe, onlarda vatan ve tabiat sevgisi duygularını arttırmağa çalışıyordu. 1915 yaz aylarında Uludağ ilk defa olarak Karcılar’ınkinden başka Türk sesleriyle çınlamıştı, Bursa Darülmuallimini gençlerinin bu ilk Uludağ kampı, memleketimiz dağcılık faaliyetlerinin tarihini araştıracak olanları da terbiyeci Nafi Atuf'un hatırası önünde saygı ve takdirle durduracaktır. O senenin sonbaharında bir izci seyahatinden dönerken Mudanya bağları arasındaki yolda dağınık gruplar halinde ilerliyorduk. Kasabaya üzüm indiren köylüler rnerkepleriyle birer ikişer yanımızdan geçiyorlardı, Bir dönemeçte, sahibi geride kalmış bir merkeple karşılaştık.
Arkadaşlardan biri hayvanı durdurmuş ve küfelerin birinden bir salkım üzüm almıştı ki müdürün: “Oğlum... buraya gel” diyen sesini duyduk. Yaptığı işin kötülüğünü derhal kavrayan arkadaş, süklüm püklüm kendisine doğru giderken, hayvan sahibi bize yaklaşmakta idi. “Görüyorum ki, dedi, canın üzüm istemiş, belki arkadaşlardan da başka isteyenler vardır. Şu parayı al, hayvanın sahibi ile görüş, bir miktarını satın alalım. Akşam kahvaltısı için mola vereceğimiz yerde hep birlikte yeriz”. Arkadaş hareketine bin pişman, hocanın emrini tahalükle yerine getirmiş ve hayatı boyunca unutamayacağı bir ahlak dersi almıştı. Nafi Atuf'un insan vakar ve izzeti nefsini zedelemeden buna benzer islah edici daha nice psikolog inceliklerini gördümse de onun o gün Mudanya yolunda Rum köylünün bir salkım üzümüne el uzatılmasına güz yummayışı ile Viyana yolunda üzümünü yedikleri Macar bağ kütükleri yanına, aldıklarından daha üstün tutarda paralar bırakan ecdadımın davranışı arasında gördüğüm bu benzerlik hocamızın verdiği bu dersin hatırasını bende daima canlı tutmaktadır.
Nafi Atuf'tan sadece Bursa Darülmuallimini faydalanmamış, medeni bilgiler ve psikoloji dersleriyle Darülmuallimat'ın kızları da ondan feyiz almağa başlamışlardı.
1915-1916 ders yılı başında İstanbul Darülmualliminden Müdür Muavini Hüseyin Ragıp Beyin (Roma Büyükelçimiz Baydur) ortaya önemli meseleler koyarak çekilmesi, zamanın kadirbilir Maarif Nazırına, Bursa' daki başarılarıyla meslek muhitinde tanınan ve sevilen Nâfi Atuf'u bu göreve getirmek kararını verdirmişti. Belki de bu kararın altında bir müddet sonra onu doğrudan doğruya bu müessesenin başına getirmek tasavvuru da gizliydi. Her nedense İstanbul Darülmuallimini'nin müdür ve öğretmenleri yirmi beş yaşını henüz doldurmuş bu genç müdür yardımcısının tayininden memnun kalmadılar. Esasen o da Bursa'dan pek isteyerek ayrılmış değildi. 1915 Kasımı ortalarına doğru İstanbul'a gitti ve yeni vazifesine ancak Nazırın ısrariyle başladı. Şahsi dostu olan Maarif Nazırının bu tayinini önlemeğe muvaffak olamayan Darülmualiminin Müdürünün, Nezaret daireleri üzerindeki nüfuzundan faydalanarak Bursa'ya resmen yapılan bu tayin tebliğini kendi okuluna göndertmediğini ve yeni muavinin bir müddet sonra o muhitte istenmediğini de hissederek kati çekilme kararını Nezarete bildirdiği vakit, okuldan ayrılma tarihini soran Nezaret yazısına, sıkılmadan Nafi Atuf Beyin bu vazifeye başlamadığı cevabını verdiğini de tercüme-i hal dosyasındaki belgelerden öğrenmekteyiz.
Nafi Atuf, İstanbul Darulmuallimindeki bu kısa müdür yardımcılığından çekilince Nezaret kendisini İstanbul Darülmuallimatının pedagoji öğretmenliğine (27 Ocak 1916) tayin etmişti. O zaman maarif teşkilatı dışında bir takım okullar idare eden ve rahmetli Ürgüplü Hayri Beyin himmetiyle bunlara yeni bir düzen ve ruh vermeğe çalışan Evkaf Nezareti de “Mekatib-i Vakfiyenin umuru tedrisiye ve terbiyeviyesini takip ve teftiş ve terakki ve tekamülü esbabım tetkik ve ilam etmek üzere bir müfettişe lüzüm-u kati hissedilmekte olmasına binaen müteaddid mekteplerde ihtisas ve iktidar-ı meslekisini isbat etmiş olan Darülmuallimin Müdür Muavinliğinden müstafi Nafi Atuf Beyi” öğretmenlik görevlerine devam etmek şartıyla Müessesat-ı İlmiye-i Vakfiye Müfettişliğine getirmişti. (10 Mart 1916).
Nafi Atuf bu sırada bir yandan ilk büyük eseri olan "Fenn-i Terbiye Tarihi"ni yazıyor; bir yandan da Kadıköy Lisesi ikinci Müdürü olan arkadaşı Hüseyin Ragıp'la birlikte "Muallim" Mecmuasını çıkarıyordu. Bu derginin mevcut pedagoji yayımlarımız arasındaki özel yerine ve değerine bu vesile ile işaret etmeden geçmeği bir haksızlık sayarım.
Büyük harp, memleketi yeni bir sosyal problem karşısında bırakmıştı. Vatan için ölenlerin yetimlerinin elinden tutmak ve onları yetiştirmek. Hükümetin bu maksatla İstanbul'da kurduğu Darüleytamlar, her gün sayısı biraz daha artan şehit çocuklarına kafi gelmiyordu. Vilayetlerde de açılmasına başlanmış, bir endüstri şehri olan Bursa'da da kızlar için bir Sanayi Darüleytamı kurulmuştu.
Nafi Atuf, çok sevdiği Bursa'da tekrar çalışmak ve terbiyecilerin ünlü üstadı Pestalozzi'ye mesleğinin büyük zevkini duyurmuş olan yetimlerin yetiştirilmesi alanında memlekete hizmet etmek imkanını veren bu fırsattan faydalanmak istedi. Nezaretçe, bu Darüleytamın müdürlüğüne tayin olundu (2 Ekim 1916). Bir müddet sonra erkekler için kurulmuş olan ve orta okul sınıflarınıda kapsayan darüleytamın idaresi de ona verildi. Bir taraftan da Bursa Darülmuallimatının tarih - coğrafya derslerini okutuyor, öğretmen yetiştirme hizmetine devam ediyordu. Hükümetin, darüleytamlari yine İstanbul'da toplamak kararını vererek Bursa'dakileri kapatmağa teşebbüs etmesi üzerine tekrar İstanbul'a döndü (21 Kasım 1917). Yüksek Ticaret Okulu Müdür Muavinliğine, bir müddet sonra da Darülmuallimat ana muallimden kısmı Pedagoji öğretmenliğine tayin olunmuştu (9 Ocak 1918).
Darüleytamlarm kurucusu ve idarecisi rahmetli İsmail Mahir Efendi öldükten sonra bu müesseseler sarsılmağa başlamıştı. Bunları gayelerine en çok faydalı olarak yeniden düzene sokmak ihtiyacını duyan Maarif Nezareti, Nafi Atuf'u bu defa da Kadıköy'deki Fransız okulları binalarında açılmış olan Erkek Darüleytamının Müdürlüğüne geçirdi (16 Ocak 1918).
Yeni işine büyük bir heyecanla sarılan müdür, Bursa'daki tecrübelerine de, dayanarak bu müesseselerin o güne kadar tutulan yolda ve kışla hayatının geleneklerine bağlı bir yatılı okul şeklinde idaresinin beklenen sonuçları veremeyeceğini, bu müesseselerin kendi özelliğine göre teşkilatlandırılması gerektiğini Nezarete kabul ettirerek yeni yetkiler aldı. Çocukları okulun muhtelif binalarına 50-60 kişilik gruplar halinde dağıtarak, idare ve terbiyelerini ikişer öğretmenle bunların okulda yaşayarak çocukların bütün hayat ve ihtiyaçlariyle ilgilenecek zevce veya annelerine bırakan bir sistem kurdu. Büyük yatakhaneler, yemekhaneler, dersaneler daire adını alan ayrı ayrı binalara dağıtıldı. Çocuklar böylece büyücek evlerde ayrı ayrı muhtaç oldukları şefkat ve ihtimamı bulan aile fertleri haline geldiler. Bir evin insanları olarak kendi kudretleri dahilinde yuvalarının müşterek hizmetlerini yapmağa, şahsi değer ve kabiliyetlerini tanıtmağa başladılar. Kadıköy Darüleytamının bu başarılı tecrübesi, mahalli şartların icabına göre az çok değişerek diğer darüleytamlarda da uygulandı. Ve mütarekeden sonra bir müddet yine Nafi Atuf'un idaresinde kalan Ortaköy'de Hatice Sultan Sarayında yerleşen darüleytamda da daha gelişerek bu müessesenin lağvına kadar devam etti. Öğretmen olarak ilk meslek hayatının manevi zevklerini tattığım bu müessesede hocamın yarattığı ve yaşattığı bu hava içinde, elinden tutulan birçok değerli memleket çocuklarını kütleler içinde eriyip kaybolmaktan kurtulmuş olarak bugün ulaştıkları yüksek mertebelerde gördükçe, onun adını taşıyan üç değerli evladı kadar, bunlarla da büyük bir iftihar duymakta Nafi Atuf'un hakkı olduğunu belirtmek isterim.
Nafi Atuf'un müdürü bulunduğu darüleytam, sadece çocukları için faydalı olmamış, kadrosunda topladığı öğretmenlerin meslek hayatları içinde, adeta zamanında ileri öğretim ve eğitim metotlarının nasıl uygulandığını öğrendikler. Çok verimli bir pedagoji enstitüsü vazifesini görmüştür.
Nafi Atuf, okulu dışında bir taraftan Fenn'i Terbiye Encümeninin çalışmalarına katılıyor, bir yandan da mütareke devrinin millî mukavemet kudretini besleyen hareket ve teşebbüsleriyle yakından ilgileniyordu. Sık sık yanında toplanır onun ağır ağır anlattıklarım dinler ve memleket için yeni ümitlerle dolu çocuklarımızın başına dönerdik.
Darüleytamlar Umum Müdürü Nafi Atuf'un faaliyet sahasını genişletmek için onu müdür-i umumilikte kendisine öğretim ve eğitim işlerinde bir yardımcı organ olarak ihdas ettirdiği Tedrisat ve Teftişat Şubesi Müdürlüğüne geçirmişti (l Mart 1919). Fakat müdür-i umuminin gösterişi üstün tutan ve günün politikasına çok yer ayıran tutumiyle bağdaşamadığı için bu işte fazla verimli olamadı ve Darülfünunda o sırada kurulan Fenn'i Terbiye Müzesi Müdür Muavinliğini kabul ederek ayrıldı (24 Ekim 1920).
İstanbul'da artık bir iş görülemeyeceğini, Anadolu'ya, yeni devletin hiametine gitmek gerektiğini, önce milletin istiklâlini kurtarmak şart olduğunu söylüyordu. Birgün “Ahvali hazıra hasebiyle hususî işlerle temin-i maişet mecburiyetinde bulunduğundan” bahisle Darülfünundaki vazifesinden istifa ettiğini, arkasından da Ankara'ya gittiğini duyduk.
1921 başlarında bir müddet Hakimiyet-i Milliye Yazı işleri Müdürlüğünde, Matbuat Umum Müdürlüğü Baş Mütercimliğinde çalıştı. Göğsünde taşıdığı istiklal madalyası bu milli hizmetlerinin hatırasıydı. Bir müddet sonra tekrar meslek hayatına döndü. Önce Ankara Darülmuallimatının pedagoji derslerini okutmağa başladı (16 Mart 1921). İlk Maarif Kongresinin toplandığı günlerde Ankara Lisesi Müdürü oldu (19 Temmuz 1921). Sakarya Muharebesi sırasında şehir boşaltılırken Darülmuallimat lağvedilmiş, lise Kayseri lisesiyle birleştirilmişti.
1921 - 1922 ders yılını bu birleşik lisenin basında ve hukuk, iktisat dersleri öğretmenliğiyle geçirdi. O seneki talim sicilinde, Kayseri Milli Eğitim Müdürü kendisinden “talebeye karşı vaziyeti pederanedir. Hürmet ve muhabbetlerini celbe muvaffak olmuştur. Ahval-i umumiyesi haluk, vazifesine mukdim ve idareli bir müdürdür” diye bahsetmektedir.
Mudanya mütarekesi ile Trakya, Milli Hükümet idaresine geçince Bakanlık kendisini Edirne Milli Eğitim Müdürlüğüne tayin etmişti. Yeni görevine başlamak üzere Ankara'dan geçerken, o sırada Milli Eğitim Bakanı seçilmiş olan İsmail Safa Bey, bu genç ve başarılı maarif adamıyle beraber çalışmak istedi ve onu Orta Tedrisat Müdürlüğüne tayin etti (12 Kasım 1922). İki yıl süren bu devrede Nafi Atuf, o günün şartları içinde Türkiye'de modern bir orta öğretimin kurulması, orta öğretimde hocalık mesleğinin düzenlenmesi ve orta öğretim kurumlarımıza ileri bir terbiye anlayışının girmesi için durmadan çalıştı. En dar bir kadro ve en mütevazı maddî imkânlar içinde gelişen bu faaliyet devresinin müsbet verimleri pek çoktur. Birinci Heyeti İlmiyenin gündemindeki konuların her biri üzerinde onun nasıl çalıştığını maarif tarihimizi inceleyenler bir, bir göreceklerdir. Okullarımıza kendi kendini idare prensibi, genel olarak ilk defa onun sultani mektepleri talimatnamesinde yaptığı tadillerle girdi. Öğretmenliği bir meslek halinde teşkilatlandıran Orta Tedrisat Muallimleri Kanununun projelerini o hazırladı. Tevhid-i Tedrisat kararını hiç bir sarsıntı yapmadan o gerçekleştirdi. Vasıf Çınar'ın ilk bakanlığı sırasında toplanan ve Cumhuriyet okullarının ders programlarını düzenleyen İkinci İlmi heyette en ağır yükler onun omuzlarında toplanmıştı.
20 Kasım 1924’te müsteşar olarak Maarif Bakanlığı mekanizmasının başına geçtiği vakit bütün teşkilât onun sessiz, fakat yapıcı ve toplayıcı idareciliğinden faydalanmak imkânını buldu.
10 Ekim 1927 de Erzurum Milletvekili olarak müsteşarlıktan ayrıldığı güne kadar durmadan memleket maarifi için çalıştı. Rahmetli Mustafa Necati'nin en çok sevdiği ve güvendiği iş arkadaşıydı. Onun Türkiye maarifinde gerçekleştirdiği birçok yeni işlerin ve hareketlerin adsız hazırlayıcısı Nafi Atuf'tu. Maarif Eminlikleri teşkilâtı, Talim ve Terbiye Dairesinin kurulması, bir Maarif Şurası ihdası hep onun ileri sürerek müdafaa ve kabul ettirdiği işlerdi.
Nafi Atuf, maddeten daha cazip bir kadro ile Bakanlıkta yeni kurulmuş olan Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığını, Bakanın devamlı ısrarlarına rağmen kabul etmemiş, o vazife için daha ehil gördüğü bir arkadaşını bu işe getirterek bakanlığı manen kuvvetlendirmeği maddi menfaatinin üstünde tutmuştu. Mesai arkadaşları için otoritesinin ağırlığını en az hissettiren ve onlara mesuliyet duyma ve karar alma zevkini en çok tattırmasını bilen bir şefti.
Mebus seçildiği vakit Bakanlıktaki vazifesinden istifasını bildiren dilekçesinin altına Mustafa, Necati Bey bütün samimiyetiyle “teessürlerle kabul edilmiştir” diye yazarken hiç şüphesiz en küçük memuruna kadar bütün Bakanlık mensuplarının duyduğu derin teesürü ifade ettiğine emindi.
Nafi Atuf, siyasi hayatında da, son yıllara kadar millî eğitim işleriyle ilgisini kesmedi. Büyük Millet Meclisinin birçok dönemlerinde Milli Eğitim Komisyonu Başkanlığına seçildi. C. H. P. Yönetim Kurulunda kültür ve eğitim işleriyle ilgili servisleri idare etti. “Türk Maarif Tarihi” hakkındaki iki ciltlik denemesini yazarak irfan hayatımızın mazisi üzerinde çalışacaklara değerli bir kılavuz verdi (1930). Ve siyasi müsteşarlıklar devrinde Milli Eğitim Bakanlığında bu sıfatla tekrar çalıştı. (25 Mart - l Kasım 1937)
Onu, çok sevdiği vatan topraklarının ağuşuna teslim ettiğimiz gün, tabutunu takip edenler arasında gördüğüm kimseler ve gözlerde okuduğum duygular Nafi Atuf'un kendisini tanıyan ve sevenlerin kalplerinde nasıl bir saygı ve sevgi yeri kazanmış olduğunu gösteriyordu.
Nur içinde yatsın.
BÜYÜK DOST
İsmail Hakkı TONGUÇ
Hayatta tanıdığım, meziyetlerine meftun olduğum insanlardan iki tanesi bazı bakımlardan birbirine çok benzerdi: Rahmetli Saffet ARIKAN ile Nafi Atuf KANSU.
Bizim neslimize ağabeylik eden, sır kutusu gibi kapalı duran bu iki büyük insanın ikisi de gördüklerini, bildiklerini, hele memleket işleri ile ilgili düşüncelerini kolay kolay söylemezlerdi. Böyle olduğu halde onların çevreleri insana merhametli bir ananın sıcak kucağı gibi tesir ederdi, insan bu çevreye girince kendisini tatlı bir dostluk havasının huzuru içinde bulur, önceden tasarlayamadığı derecede faydalanır, rahat rahat her şeyi konuşabilirdi.
Arıkan'ın öldüğünü haber aldığım sırada Nafi Atuf Kansıı bir iş için telefon etmişti. Konuşmamızın sonuna doğru "Saffet Beyi kaybettik" dedim. O, "Hangi Saffet?" dedi ve cevabı beklemeden telefonu kapattı. Aradan on dakika geçmemişti, odama geldi. Bir müddet sessizce oturduktan sonra: "Ben onu geçen pazar günü evinde görmüştüm. Birbirimize sarıldık, öpüştük. Ayrılacağım sırada bana :
- Nafi! biz kötü insanlar değiliz, bu memlekete bizim gibiler de lazım, dedi. Uzun boylu konuştuk. Allah... Allah Saffet öldü demek..."
Otuz yıldanberi en büyük dost olarak tanıdığım Nafi Atuf Kansu'yu ilk defa yutkunmadan, kekelemeden, içinden geldiği gibi konuşarak sır kutusu olmaktan çıkarken görüyor, dikkatle dinliyordum. Başka bir şey söylemeden yanımdan ayrıldı.
Onların ikisini de ölüm döşeğinde gördüğüm halde yokluk alemine ebediyen göçtüklerine bir türlü inanamıyorum. Memleketi ilgilendiren hangi önemli mesele, eğitime temel teşkil eden hangi sağlam fikir hatırıma gelse hayatta imişler gibi onlar gözümün önünde canlanıyor, ikisi ile de konuşur gibi oluyorum. Her gün onlarla karşı karşıya gelecekmişim gibi duygulanıyorum.
Meşrutiyet ve Cumhuriyet devrinin büyük olayları içinde çalkana çalkana yoğrulmuş olan, fakat bunlara dair bir şey söylemeden, yazmadan, göçüp giden bu iki mütefekkir insana neden bu kadar candan bağlandığımı düşündükçe, arkada bıraktığımız yılları mânalandıran önemli işler gözlerimin önüne seriliyor. Milli Mücadele yıllarının sıkıntılı günlerinden son Cumhuriyet Bayramına kadar süren zamanı dolduran iyi ve güzel hamlelerin hepsinde onların emeklerini ve paylarını hatırlıyorum, ikisi de karşımda heykelleşiyor.
Çevrelerinde iyimserlik, güvenlik havası yaratmanın sırrına ermiş kimselerin yanında bulunmak, onların dostluklarını kazanmak, insana yalnız rahatlık ve huzur telkin etmez. Cesareti, hamle kuvvetini arttırır, insanda iş yapma aşkını uyandırır. Nafi Atuf Kansu ile Arıkan bu bakımdan bilhassa güvendiklerini harekete geçirmesini, her türlü şartlar içinde iş adamını korumasını ve desteklemesini bilen ülkücü insanlardı. Böyle insanlar devlet adamında bulunması lâzım gelen sıfatları taşırlar.
Nafi Atuf Kansu ömrü boyunca hayatı olduğu gibi kabul etmiş, başka insanlara durmadan iyilik yapmış, çocuklarını değerli birer yurttaş olarak yetiştirmiş, mütemadiyen okumaktan ve düşünmekten zevk almış, sabır denilen büyük kudrete dayanmış, seziş projektörünü olayların üzerine tutarak mana çıkarmakta ve uzağı görmekte ustalaşmıs, dost kazanmayı ülkü edinmiş, değerli bir eğitkendi.
O, çocukları çok severdi. Bitmek tükenmek bilmeyen insan sevgisi içinde yüzerken en büyük payı çocuklara ayırmasını bilirdi. Tabiatı da çok severdi Etlik bağlarındaki mütevazi evinin bahçesinde dolaştığı zaman her çiçeği, her fidanı ayrı ayrı ziyaret eder, elinden hiç bırakmadığı aşı bıçağı ile onları tımar ederken çocukları ihmal etmez, onları da bu işe alıştırmaya çalışır, buradaki zevkinden de en büyük hisseyi onlara ayırırdı. Geceleri saatlerce gökyüzüne serpilen yıldızlara baka baka, derin derin düşünürdü.
Ölümünden bir iki ay önce, Etlik'e son gidişimizde bağdan ayrılırken birkaç defa durdu, arkasına manalı manalı baktıktan sonra Etlik sırtlarını eli ile işaret ederek;
- Şu güzel tabiatın içinde özel bir okul açıp çocukları bu cennete kavuşturamadık… Böyle yerlerde açılmış okullara kavuşan çocuklar, nimetin kadrini bilmelidirler…Şehir çocukları için bunu yapamadık…Günahlarımız büyüktür, Tonguç !.dedi .Otobüs durağına kadar hiç konuşmadı.
Nafi Atuf Kansu bu sözleri söylediği zaman öyle işlerin içinden çıkmış bir insandı ki onu yakından tanımayanların çoğu, aklı içinden geldiği işlerde takılı kalmış zannederlerdi. Halbuki o, yalnızca çocukları düşünür, onlara istediği kadar hizmet etmek fırsatını ele geçiremediğine üzülürdü. Her meseleyi mürebbilik açısından görüp, buna göre çözmeyi tasarlar, başkalarına da bunu telkin etmeye çalışırdı. Çocuklara haksızlık yapıldığını görünce isyan ederdi. “Büyükler onlardan intikam alacak kadar soysuzlaşmamalıdır.."derdi. Onun başka hiç bir şeye isyan ettiği görülmemiştir.
O, yalnızlığı seven hatta ondan zevk alan bir insandı. Hayatın birçok zorluklarını hafifletme veya yalnızlıktan faydalanma yolunu tutardı. Bu en belirli vasfı onu birçok kimselerden ayırır, anlaşılası güç bir eğitken haline sokardı. Onun için Nafi Atuf Kansu'yu yakından tanımış, ruhunun derinliklerine inmek fırsatlarını bulmuş olanların türlü imkanlardan faydalanarak onun hayatını yazmaları, meslektaşlara tanıtmaları bir borçtur sanıyorum.
'”Ülkü” dergisi için yazı istenince onu son Cumhuriyet Bayramının şenlikle geçen günlerinde toprağa bıraktığımızı tekrar hatırladım fakat öldüğüne bir türlü inanamıyorum. Ülküsüne inanıp bağlananların dileği, nur içinde yatması, ruhunun hiç sönmemesidir.