TERBİYE MECMUASI
Terbiye Mecmuası Rumi 15 Mart 1330 (M.1914)’de yayına başlamıştır. Kurucusu ve başmuharriri Mustafa Satı Bey’dir. İki haftada bir yayınlanan Terbiye Mecmuası, Matbaa-i Orhaniye tarafından İstanbul’da basılmıştır. Terbiye Mecmuası 1 Mayıs 1330’da dördüncü sayısını çıkardıktan sonra yayınına ara vermiştir
Terbiye Mecmuası’nın belli bir yazar kadrosunun olmadığı derginin içindekiler kısmından anlaşılmaktadır. Başyazar Satı Bey’dir. Terbiye Mecmuası”nda yazı ve makaleleri bulunan yazarlar: Satı Bey, İsmail Hakkı, Nafi Atuf, Ruşen Eşref, Fazıl Ahmet, Ahmet Cevat, Ali Ulvi, Osman Fahri, Nuri Bakır, Naci Bey, Necmi Bey, Avni Bey, Seracüddin Bey, Suat Fahir ve Ferit Necdet,’dir.
Terbiye Mecmuasının birinci sayısında (R.15 Mart 1330/M.1914) yer alan yazı ve makaleler sırasıyla şöyledir: Editör, “Başlarken” s. 1; Satı Bey “Faaliyet Zevki”; Nafi Atuf, “Çocuklar İçin Bir Bayram”; Fazıl Ahmet, “Mektebi İptidaiyede Terbiye Badia”; İsmail Hakkı, “Resmin Talim ve Terbiye ile Münasebeti”; Ahmet Cevat, “Çocuklara Hikaye”; Satı Bey, “Aile Kucağında Vatan Terbiyesi (Düşmen orduları İstanbul kapısında iken)”; Editör, “Terbiye ve Maarif Meselelerine Dair İktibas ve Tenkit”; Ali Ulvi, “Çocuk Şarkıları”; Osman Fahri, “Çocuk Manzumeleri”; “Ders Numuneleri”.
Terbiye mecmuasının ikinci sayısında (R. 1 Nisan 1330/M. 1914) yer alan yazı ve makaleler sırası ile şöyledir: Satı Bey, “Ressamın Tesiri”; Ahmet Cevat, “Çocuklara Hikaye”; Nuri Bakır, “Şarkta Fransız Mektepleri Hakkında”; İsmail Hakkı, “Resmin Talim ve Terbiye ile Münasebeti”; Naci Bey, “Vatanperverliğe Dair”; Necmi Bey; Editör, “Terbiye ve Maarif Meselelerine Dair İktibas ve Tenkit”; Ali Ulvi “Çocuklara Şarkı”; Avni, “El İşleri”; Satı Bey, “Tedrisatı Taliye’de İstikrar ve Tekşif”.
Terbiye mecmuasının üçüncü sayısında (R. 15 Nisan 1330/M. 1914) yer alan yazı ve makaleler sırası ile şöyledir: Satı Bey, “Yanya ve Yanyalarımız”; Ahmet Cevat, “Çocuklara Hikaye”; İsmail Hakkı, “Resmin Talim ve Terbiye ile Münasebeti”; Seracuddin Bey, “Mükafat ve Merasim”; Necmi Bey, “Aile Hayatı”; Editör, “Terbiye ve Maarif Meselelerine Dair İktibas ve Tenkit”; Avni, “Kağıt İşleri”; Osman Fahri “Çocuk Şarkıları”; Suat Fahir, “Çocuk Manzumeleri”; Satı Bey, “Tedrisat-ı Taliyede İstikrar ve Tekşif”.
Terbiye mecmuasının dördüncü sayısında (R. 1 Mayıs 1330/M. 1914) yer alan yazı ve makaleler sırası ile şöyledir: Satı Bey, “Kiraz Ağacı”; Nafi Atuf, “Bizde Aile”; Ahmet Cevat, “Çocuklara Hikaye”; İsmail Hakkı, “Resmin Talim ve Terbiye ile Münasebeti”; Ruşen Eşref, “Şımarık Çocuk”; Editör, “Terbiye ve Maarif Meselelerine Dair İktibas ve Tenkit”; Ferit Necdet, “Çocuklara Şarkı”; Suat Fahir, “Çocuklara Manzuma”; “Ders Numune ve Zeminleri”.
Kaynak : Jawad SIDDIQI & Kubataliv-Toplum Bilimleri • Ocak - Haziran • 7 (13) : 331-346
Nafi Atuf Bey'in TERBİYE MECMUASINDAN'inden bir yazısı ;
ÇOCUKLAR İÇİN BİR BAYRAM
Lozan’da iken arası bir haftadan fazla geçmezdi ki ikinci bir bayrama tesadüf etmemiş olayım.. Sabahleyin trampetler, musikilerini çalan sesleriyle uyandırdıkları zaman derdim ki: İşte yine bir bayram!
Hakikaten böyle idi; kasapların, sporcuların, sosyalistlerin, çocukların… Bayramları tevali[1] edip duruyordu.
Millî ve resmî bayramlar müstesna olmak üzere böyle hususî ve adeta her mesleğe ait bayramlar pek çoktu. Ve şüphesiz ki İsviçre gibi bütün mütemeddin[2] memleketlerde de milleti heyecan ve hararete sevk edecek böyle bayramlar sık sık yapılıyordu. “Robespierre”, Fransa İhtilali’nin bu rükn-i[3] mühimi, bayramların kıymet-i terbiyeviyyesini pek âlâ takdir etmiş ve “Millî bayramlar, terbiye-i amme’nin bir amil-i mühimi gibi addolunmalıdır.” demişti.
Bayramlar çocuklar için olduğu kadar büyükler için de mühim bir terbiye amilidir. Evvelleri, daha ziyade, halkı heyecan ve faaliyete sevk için bir vasıta gibi telakki olunurken bugün bayram, terbiyevî kıymeti haiz tabii bir ihtiyaç haline girmiştir. Asrımızın muttarid[4] ve yekâhenk[5] faaliyetini dinlendirmek ve şenlendirmek için sık sık bayramlara muhtacız. Ve bunlar ne kadar ince bir intizamla tertip olunur ve ne kadar güzel idare edilirse tesiri o kadar çok ve derin olur; bayramların kuvve-i teshiriyesini[6] idame etmek, yükseltmek için de her seneki bayramın geçmişlerinden daha güzel idaresine çalışmalıdır.
Bizim burada, bayramlarımıza gösterdiğimiz lakaydi düşünülerek diğer bütün memleketlerde de böyle olduğuna hüküm edilmesin; bilakis, bayramlarda bütün halk vazifesini bırakır, kadınların bile salıncaklara, bayram arabalarına bindiklerini gördüğüm zaman mütehayyir[7] kalmıştım; fakat bir garblı için bunda hiç de mütehayyir olacak bir şey yoktur; o bayramın kendisine mahsus bir takım ananat ve âdatı vardır ki onların ihya edilmesi lazımdır. Esasen bayramların taşıdığı en büyük gayelerden biri: bir hatırayı bir saadet ve felaketi yâd etmek değil midir?
Milletle beraber, hükümet de, bu saadet ve felaketi yâd etmek ve bütün milleti bu hatıranın başında müşterek ve el ele toplayabilmek için bütün fedakârlıkları ve müsaadat-ı mümküneyi yapar.
Son asır gençliğin ve çocukluğun terbiyesine pek çok ehemmiyet veriyor. Ve bunun için bütün vesait-i terbiyeyi pek mükemmel ve maharetli kullanmaya çalışıyor.
Bayramların hepsi, şüphesiz ki, kıymet-i terbiyeviyeyi haiz değildir. Karnaval rezaletlerini düşünmek bize bir fikr-i kâfi verebilir.
Çocuklar ve gençler için de bayramlar düşünmek ve onları bir itina-yı mahsus ile tertip ve tanzim etmek elzemdir.
“Goblot”[8] senede bir defa, yirmi yaşına vasıl olmuş genç kızları ve erkekleri toplamak için bir bayrama lüzum görüyor ve bu bayram için de ilkbaharı münasip buluyor: Hayatın tatlı devrelerine girmiş gençler şarkı söyleyecekler, dans edecekler ve gençliğin bu kıymettar senesini tesʽid[9] eyleyecekler.
Lozan’da “Montbenon”da yapılan çocuklar bayramını arkadaşım bana yazıyordu: “5-7 yaşlarında çocukların bu bayramı, cidden ruhu okşayan pek mesut hisler tevlid[10] ediyor. Artık bayram yerine, “Montbenon”a kanmıştı. Zikrettiğim tertibat ile hazırlanmış meydanlığa tahsis olunan mevkilerde yerleşiyorlardı, istirahat ediyorlardı. Kuru bir dolaşmanın, musikinin, süslü elbiselerin hiçbir zaman bir çocuk ruhunu tatmin edemeyeceği aşikâr olduğundan burada kendilerine “bayram”ın ulviyetini daha açık bir lisanla ifham[11] edecek hediyeler takdim ediliyor, kiraz veriliyordu. Muallime, elinde tuttuğu ince mendil kâğıtlarını çocukların boynuna asarak ellerine birer külah kiraz tutuşturuyordu. İstirahat hitamını[12] müteakip sıra artık hürriyet-i kâmileye, oyunlara, asıl bayramın canlı noktasına gelmişti. Terennüm-saz[13] olan orkestranın ahenk-i latifi hiçbir kulağa erişemiyor, herkes oyun yerine evvelce hazırlanmış kuklaya koşuyor, eğleniyor.
Anvers şehrinde her Temmuz’un 21. günü yapılan çocuk bayramı manzaralarından:
Kız ve erkek çocuk alayları.
Bir çığlık, bir cıvıltı Montbenon’u çın çın öttürüyordu.” [Saʽy ü Tetebbu Mecmuası Numero: 03]
Ben, gençlik ve çocukluk için bilhassa ilkbaharda bir bayramın lüzumunu bu sene, pek açık duydum. Havalar şubat içinde pek müsait gidiyordu. Tabiatın uyandığı ve canlandığı bir zamanda çocukların da bütün hislerinin ve faaliyet-i masumenelerinin dirildiğini gördüm. Onlar, bahçelerde topraklarla uğraşıyorlar, çiçeklere ve yeşilliklere daha çok bir merbutiyet gösteriyorlardı.
Russo’nun, Froebel’in, Pestalozzi’nin… Bütün bu pedagoglar silsilesinin terbiyede koydukları [çocuklara tabiatı sevdirelim] esası ne kadar doğru ve tabiidir! Bu güzel günleri 1 Mart 1330 takip etti. Artık çocukların hayat-ı medeniyelerinde de bir değişiklik oluyordu. Herkes çocuğunu bir sene daha büyümüş, hayatta bir sene daha ilerlemiş düşünecekti. On yaşındaki çocuk artık on birine, on birindeki on ikisine basacaktı…
Hayatın ve tabiatın bu inkılaplarını doydurmak, tabiatın hayatı ile beşerin hayatı arasında samimi bir münasebet ve irtibatın mevcut olduğunu çocuklara anlatmak için ben, bilhassa ilkbaharda… Bütün çocuklar için bir bayrama büyük bir lüzum gördüm.
Amerikalılar ne kadar doğru düşünürler: “Tabiatı taklit ediniz. İlkbahar geldi mi yeni bir libas giyiniz ve bahar gibi şen ve şad olunuz!”
Çocukların büyük ihtiyaçlarına tekabül eden bayramlar o ihtiyaçları elbette daha çok güzel idare ve tatmin edecektir. Çiçeklerle, yeşil dallarla süslenmiş temiz bir salonda ilkbaharı tesʽid eden tagannilerden[14] sonra zarif bir bahçeden çiçeklerin, ağaçların uyanmasını tetkik ettirmek ve onları sevdirmek; mini miniler gibi daldan dala konarak neşe-dar ve mesrur[15] ilkbaharı karşılayan kuşların cıvıltılarını ihtiram ve muhabbetle dinletmek.. Bu, ilkbaharda mürebbilerin, muallimlerin ilk ve mühim işi olsun!
NAFİ ATUF
Terbiye Mecmuası Sayı 1
15 Mart 1914
[1] Arkası kesilmeden devam etme, birbiri ardından gelme.
[2] Medenîleşmiş, medenî, uygar
[3] Bir topluluğun büyük önem taşıyan, temel durumunda olan fertlerinden her biri.
[4] Düzenli bir şekilde, hiç değişmeden birbiri ardınca olan, tek düze sürüp giden, monoton.
[5] Hiç değişmeden, aynı âhenkte devam eden
[6] Kuvvetli bir tesirle kendine bağlama, büyülenmiş duruma getirme:
[7] Şaşmış, şaşırmış, hayrete düşmüş.
[8] Edmond Goblot.
[9] Kutlama, tebrik etme
[10] Meydana getirme, sebep olma, yol açma, doğurma
[11] Anlatma, bildirme; anlatılma, bildirilme
[12] Son, nihâyet, bitim
[13] Nağme ile söyleme, güzel ve tatlı bir sesle hafif hafif şarkı söyleme
[14] Nağme ile söyleme, şarkı söyleme
[15] Sevinçli, memnun (kimse), mutlu
Transkripsiyon : Haluk Kayıcı
BİZDE AİLE
Aile, hayat-ı içtimaiyenin nüvesi, vahit kıyası gibi telakki olunabilir. Her milletin mukadderatında, aileleri ahvalinin büyük bir tesiri görülür. Onun için her millette aile münasebetini büyük bir ehemmiyetle tetkik ve tanzim etmek lazım gelir. Aile münasebeti ıslah ve tanzim edilmedikçe, yapılacak diğer bütün ıslahat temelsiz ve semeresiz kalır. Diğer müeseseler gibi, ailede şark da başka garp da başka birer tarik-i tekemmül takip etti: Garp da İktisadi ve içtimai hayat inkişaf ederken aile münasebetinde de akis-i elimliler uyandırdı. Artık erkeğin kuvve-i istihsaliyesi aile ocağını geçindirmeğe girmektedir bir halle gelince kadında , çocukta... erkeğin muavini oldu. Ve bu müşterek sa’y, kurulan aileyi yaşatmak hususundaki bu müşterek faaliyet ailenin muhtelif fertlerini birbirine daha fazla yaklaştırdı.
Şimdi kadının erkekle buluşturanı yalnız istihsal noktasına münhasır kalmıyor;hayat-ı maneviye ve fikriye de de kadın erkek den geri kalmak istemiyor . Darülfünun müdavimleri içinde, bazen, ekseriyeti kadınların teşkil etmesi bu fikirleri pek iyi teyit eder. Ve artık kadın, hem maddi ve hem manevi, erkekle ayar olursa birinin diğerine tahakkümü ve bu suretle muvazenesizliğin husulü biraz fazla güç ve garip bir keyfiyet olur. Maddi ve manevi müsavi kuvvetlere malik olan erkek ve kadın teşrik-i hayat ederek aralarında vazife taksim ettiğinden sonra aile ahengi pek esaslı ve payidar bir süratte kuruluyor.
Kadınla erkeği birbirine manen ve fikren yaklaştırmak hususunda en büyük ve mühim amil, şüphesiz ki, mektepler oluyor. Mektep, erkekle kadın arasında edvar-ı maziye’nin açtığı çukurları doldurmuş, kadına erkeği ve erkeğe de kadını daha yakından ve daha iyi tanımıştır. Garp bu husus da tedrici tekamülünü takip ediyor, kadınların terbiye ve tahsili erkeklerinki kadar büyük bir ehemmiyet kazanmıştır. Kadın ve erkek mesut bir aile teşkil etmek için elzem hasa’is ve kabiliyeti kazandıktan sonra teşrik-i hayat ediyor. Ve bu suretle,tabii, pek metin, pek canlı bir müessese vücut buluyor; ve artık, bu basit kümenin etrafında toplanan oğul, gelin, torun, ve sa’ire gibi unsurlarda onun için ayrı ayrı birer alt mes’adet ve refah olmağa çalışıyor.
Pek nadir müstesnalar neden sarf-ı nazar, aile münasebetimizde tabilik ve samimilik bulamayız. Bu hal, şu son zamanlarda daha arttı. Asrın ihtiyacı kadına da mevkini vermek lüzumunu ihsas ettikçe kadın ve erkek birbirlerine karşı daha yabancı ve daha şüpheli bir vaziyet takındı.. Şimdiye kadar aile hayatının nazımı erkeğin kör ve tehditkar sesi idi. Talak salahiyeti gibi kutlu ve medhuş bir salaha malik olan erkek istediği zaman aileyi perişan edebilirdi. Kabiliyeti, terbiyesi, ilmi, nezaketi... ailedeki zevki idrak edecek bir dereceye yetişmeyen erkeklerimiz, kadını zayıf ve cemiyet içinde bile hayatını kurtaracak kabiliyet ve iktidara gayr-i malik gördükçe büsbütün mağrur ve müstebit olmuştur.
Adeta “atavizim” şeklinde yerleşen bu kudret kadını pek çok alçaltmış, ve erkeğe bozuk zararlı bir silah hazırlamıştır..
Artık ailede mütekabil bir hareket, mütekabil bir samimiyet yerine korkuya müstenit-i suri bir itaat hakim sürüyordu. Ve bu, tıpkı bir hükümet-i müstebit gibi, çökecek , anarşiler uyandıracak, anaforlar yapacak ve nihayet kadında hem cinsinin bu asırda malik olduğu mevkii kazanacaktı.
Bugünün her dakika için müstait-i inhilal aileleri aynı istidada haiz bir cemiyete, bir millete temsil olabilirler. Sağlam vaid-i cemiyet için kutlu aile münasebetlerine ihtiyaç vardır.
Kadın ve erkek, hayatta pek samimi iki dost, iki arkadaş olarak yaşamaları icap eden bu iki şalısın neden böyle birbirlerine yabancı bir halle girdiler; aile denilen nüve-i içtimai erkanı ne için en çürük, en mukavemetsiz rabıtalarla bağlanıyor?
Bu mesele-i içtimaiye etrafında pek çok düşünenlerimiz oldu. Tesir, tadat-ı zevcat, talak.... gibi bir çok bahisler; fakat bu düşünenler arasında esas yarayı bulan “Tahrir Mer’eh” müellifi oldu:
“Kadınlarımız ile erkeklerimizin arasını açan, onları birbirinden uzaklaştıran bu günkü gayri tabii hali doğuran sebep : terbiye ve tahsil noksanıdır. ”
Bizde erkek ve ne kadın aile hayatının icap ettirdiği bir çok hususiyetlere vakıf değildir. Evi bir daireyi resmiye gibi idareyi düşünen erkeklerimiz bulunduğu gibi aile ocağında vazifesini giyinip kuşanıp köşesinde oturmaktan ibaret telakki eden kadınlarımızda pek çokdur. Bir erkek kadar kadında kocasını ve çocuğunu memnun ve mesut etmeği bilmelidir. Kadın, ailede en büyük amil-i saadet olmak mevkiini kazanınca elbette salahiyet ve hukuku da cemiyet içinde pek çok yükselecektir. Kadınlarımız kadar erkeklerimiz, erkekleriniz kadar kadınlarımızda aile saadetini tevlid eden yüksek, samimi bir terbiye ve tahsile muhtaçtır.
Erkek ve kadının tabii bir temayülleri vardır ki o da tenasüldür : Herkes tabiatta çocuğa, zürriyete malik olmayı arzu eder; mütamadid çocukları arasında yaşamak ister. Bu , ihtiyaç-ı tabidir.
Fransızların “Yegane Evlat” , fikri tabii bir düşünce değil. Almanların teksir nüfusu yanında bir çok Fransız ailelerinde hükümran olan bu “biricik evlat” a malikiyet fikri Fransa için müthiş bir felaket hazırlıyor. Norveç’in 51, Avusturya’nın 62, İngiltere’nin 63, Danimarka’nın 73, İsveçin 89, Almanya’nın 98 senede ahalisi teza’üf ettiği halde Fransa da bu teza’üf-ü nüfus ancak 334 senede vakii olabilecek.
Aile hayatının pek tabii bir neticesi olan çocuğa malik olmak zevkini, ihtiyacını körleten bir takım sebepler vardır. Fransızlar için bu sebepler arasından bir kaçını sayalım:
1-İnsanın kendi istediği,
2-Küçük mülkiyetlerin çoğalması,
3-Fransızların tahlidden kaçınmaları,
4-Mümkün olduğu kadar fazla eğlenmek ve hayatdan kâm almak arzusu
5-Esbab-ı istirahatin tezayüdü
6-Şehirlerin çoğalması......
Fakat “Demolin” bütün bu ikinci, üçüncü dereceye haiz ehemmiyetli sebeplerin başında cihaz meselesini buluyor. Ve bir Fransız ailesinin kızını evlendirmek için tahammül edeceği masrafların .. az çocuk yapmak için en mühim bir amil olduğunu söylüyor..
Evvela şunu söyleyelim ki biz, çocuklarla pek meşgul olamayız. Bu, bizim için pek büyük ve mühim bir noksandır. Çocuk bizi, masum ve latif çehresiyle , tavırlarıyla, oyunlarıyla pek zor cazip ve işgal edebilir. Onun hayatınla kendimizi pek az alakadar görebiliriz. Onlarla gezmeği, düşünmeği eğlenmeği.. .. Fazla lüzumsuz , yorucu bir iş telakki ederiz. Bu telakkiyi ezayla telakki ettikten sonra “çocuğa malik olmak” zevki ailemiz için en yüksek bir ihtiyaç olacaktır.
Yalnız bir erkek ve kadının teşkil ettiği ailenin tesiri içtimaiyesi pek azdır, -tabir-i marufuyla- dal ve budağıyla düşünelim ve mütalaa edelim.
“Bir çocuk rızkıyla beraber doğar” dardımeseli bizde çocukların bir aile için yük teşkil etmeyeceğini anlatıyor. Avam mutavassıt tabiyemizde fazla çocuğa malik olmak bir zarar değil , belki onun mesaisinden ailenin edeceği istifade nazar-ı dikkate alınırsa bir faidedir. Bizde hayat-ı içtimai tecemmü “Communautaire” şekilde tecelli ettiği için bir zaruret ve lüzum olmayınca oğullar ve torunlar büyük babanın ocağı etrafından ayrılmazlar. İstihsale yardım eden fazla kollar, ailenin refah maddisine yardım eder.
Ancak, bu, çok defa çocuğun zararına oluyor. Çocukların baba ocağına tespitleri bir işçi, bir hadematçı gibidir. Bu tarz telakki yalnız köylülerimizde değil, orta tabakadaki babalarımızda da vardır. Pek çok pederlerin ağzından şu sözleri işitiriz: “ Ben, oğlumu bana hademat etsin diye yetiştiriyorum!” . Ailelerimizin ekseriyet-i uzemasında çocuklar için düşünülen tarz-ı terbiyenin ruhu bu fikirden ibarettir. Bunu ne gibi muzır ve mühlik neticeler doğurduğunu takdir etmek pek güç değil:
1-Çocuklarımıza asrın ihtiyacı ile mütenasip bir ilim vermeyiz
2-Çocuklarda şahsi teşebbüslere istidat bırakmayız.
3-Ahlakı, miskinane bir itaat haline sokarız.
Bu itibarla bizde ailenin en mühim rengi olan çocuk maluldür. O çok defa, mensub olduğu ailesi için bir menba-ı saadet değil , bir sıkıntı , bir baş belası olur. Kafasız, ahlaksız, beceriksiz çocuklara malik bir ailede saadet aramak ne kadar boştur!
Bizde aileler Fransız ailelerinde olduğu g ib i, az çocuk yetiştirmek için mühim ve mübrem sebeplere maruz değildir. Bununla beraber, verilen gayr-ı tabii terbiye dolayısıyla çocuklarımız bizim ailelerimiz için çok defa bir alt ıstırap oluyor.
Ve çocuk, baba, ana... Ailenin bu kaim-i selasilesi gayri tabii ve çürük rabıtalarla bağlı yaşadığı için bizde aile her zaman, dağılmağa, bozulmağa mahkum bir heyuladır.
NAFİ ATUF
Terbiye Mecmuası Sayı 4
14 Mayıs 1914